14 Aralık 2016 Çarşamba

Göksel'i canlı canlı dinlemeden ölmek istemeyişimin sebebi;


Ben Göksel'i ilk sevdiğim zamanı çok iyi hatırlıyorum. Kulağımdaki şarkı buydu, Kurşuni Renkler. O zamanlar Sezen şarkısı olduğundan haberim de yoktu tabii ki. Sadece onun olduğunu ve ondan daha güzel kimsenin söyleyemeyeceğini düşünürdüm, hatta aramızda kalsın ilk dinlediğimde o kadar büyülenmiştim ki Göksel ya da başka biri kim olduğunu dahi önemsememiştim. Sürekli dinlemeye başlamıştım, okula giderken, tenefüste, okuldan geldiğimde, uyumadan önce... Sürekli sürekli sürekli bunu dinlerdim. 14 yaşındaydım. Liseyi okuduğum yerde ailemden ayrı, bambaşka bi şehirde başkalarıyla yaşıyordum. Her sabah istemediğim sabahlara, zorunda olduğum derslere uyanıp her gece bugün de bitti nihayet diyerek uyuyordum. İşte o zamanlar keşfettiğim bu şarkı, Karapınar'ın ketırlarına bakan yurdun camları ardından beni iyi hissettiren şeylerden biriydi. O zaman da şimdi ki gibi kış mevsimindeydik, yolları berbat olan yurdumun kar yüzünden iyice çamurlaşmış kapı önüne, havasına kömür kokusu karışmış Karapınar'ın sisli gökyüzüne bakıyordum sadece. Aynı hissi yaşayabiliyorum, o kokuyu, o puslu havayı. İçime çektikçe bi şeyleri götüren umutsuzluk hissi. İstemiyordum ama mecburdum da. Sonradan sonraya iyice bağlanmış, sevmiş olsam da bu şarkıya harmanlanmış hislerim hala tazedir.